İkinci Dünya Savaşı, şüphesiz insanlık üzerinde en fazla etkiye sahip olayların başında gelir. Çağımızın deliliğinin keskin bir ifadesidir. Belleğimizde unutulması mümkün olmayacak bir yer edinmiştir. Bu deliliğin milyonlarca insanın ölümüne ve silinmesi mümkün olmayan toplumsal yaralara yol açtığını bildiğimiz halde hala bu güç oyunlarını uluslararası arenada net bir şekilde görebiliriz. Ve her vakit aklımıza üçüncü bir dünya savaşı ihtimali gelir. Bunun sebebi günümüzde petrol veya genel anlamda enerji kaynakları olarak gözükse de aslında bu yaşananlar yüzyıllardır değişmeyen bir iktidar mücadelesinin sonucudur. Tam da bu noktada Tarkovsky’nin eleştirisi gözümüze çarpar. Tarkovsky, sinemanın insanlığa hiçbir şey öğretemeyeceğinden söz eder. Çünkü insanlık son dört bin yıldır hiçbir şey öğrenemeyeceğini açık bir şekilde kanıtlamıştır. Bu vurgu esasında sahte kahramanlık hikâyelerine ve çoğu savaş karşıtı filmdeki didaktik anlatıma karşıt bir tutumun göstergesidir.
Savaş bir çocuğu olgunlaştırmaz
ama ondan çocukluğunu almaktan da geri durmaz. İvan’ın çocukluğu da bu sebepten
heba olur. Tarkovsky, henüz ilk uzun metraj denemesinde oldukça cesur
yaklaşımlar izlemekten çekinmemiş, hatta gerçek anlamda ustalığa geçişini bu
film ile birlikte yaşamıştır. İvan’ın Çocukluğu bu sebeplerden ötürü, tipik bir
savaş filmi asla değildir. Film, yorumlanması güç rüya sekanslarından ve güçlü mizansenlerden
oluşur. Filmin henüz başında, belki de sinema tarihindeki en başarılı
rüya sahnelerinden birini görürüz.
Cennetten
Kovulmak: İlk Rüya Sekansı
Guguk kuşu sesleri eşliğinde
açılan filmde, İvan dallarını örümcek ağları sarmış olan bir ağacın arkasında
tedirgin bir ifadeyle etrafına bakar. Bu açılış sade ve etkili bir şekilde
oluşturulmuş olan rüya sekansının ilk birkaç saniyelik kısmıdır. İvan’ın kapana
kısıldığını, kendi yaşamını sembolize eden henüz olgunlaşmamış olan ağacın
dallarındaki örümcek ağından anlarız. Ve guguk kuşunun çıkardığı seslerle de bu
anlatım daha da güçlenir. Bilindiği üzere guguk kuşları yumurtalarını başka
kuşların yuvalarına bırakıp giderler. Böylece doğan guguk kuşları farklı bir
kuş cinsiyle, ait olmadığı bir ortamda yetişmiş olur. Bu da İvan’ın yaşama adım
attığı atmosferi anımsatır bizlere. Savaşın ve deliliğin zamanlarındaki bir
çocuğun düştüğü içinden çıkılması güç durumu, Tarkovky filmin henüz başındaki bu
planla açık bir şekilde ifade eder. Kameranın yükselmesiyle birlikte ise
İvan’ın cennet bahçesini andıran bir mekânda dolaştığını görürüz. Önce bir keçi
göze çarpar. Keçiyi gören İvan oradan uzaklaşmaya çalışırken beyaz bir kelebek
görür. Hristiyan inanışında sıklıkla şeytan temsilinde kullanılan keçi, filmde
kendini savaş ve delilik olarak gösterir. İvan’ın gördüğü kelebek ise özgürlüğü
ve ıskaladığı çocukluğunu anımsatır. Hristiyanlıkta kelebek, Âdem’in cennet
bahçesindeki ruhudur. İvan’ın kelebeği gördükten sonraki yükselişi de
bilgisizlikten bilgiye doğru bir geçiştir. Çünkü göğe yükselme sırasında göze
çarpan ağaç dini anlatıdaki bilgi ağacına denk düşer. İvan’ın yükselişinin
ardından bir anda yere doğru düşüşünü de bu anlatı aracılığıyla
anlamlandırabiliriz.
İncil'deki anlatıda, Âdem ve Havva
şeytanın dolduruşuna gelerek yasak olan bilgi ağacından kopardıkları elmayı yerler
ve Tanrı onları sürgün eder. İnsanlığın dünyaya düşüşü bu şekilde meydana
gelir. İvan’ın -sembolik anlamda- dünyaya düşüşü sırasında ise yoldan geçen bir
kadın ve onun hemen arkasında bir kuyu görülür. Kadın daha sonradan
anlayacağımız kadarıyla İvan’ın annesidir. Yani onu maddi dünyaya getirecek
olan aracı. Kuyu da ana rahmine bir göndermedir. İvan, düşüşle birlikte kendini
ağaç köklerinin sıralandığı bir yerde bulur. Ağaç kökleri, dünyaya gelişin yani
yaşamın başlangıcının ifadesidir ve İvan, yüzüne vuran ışık huzmesi ile
dünyayla tanışır. Annesinin taşıdığı kovadan içtiği suyla birlikte İvan’ın
yaşamı başlar. Fakat bir anda ürkütücü bir ses duyulur ve rüyanın aslında bir
kâbus olduğunu anlarız. İvan, savaşın tam ortasında bir harabenin içinde
uyanır.
Andrei’nin
Çocukluğu
İvan dışarı çıktığında, uyandığı
harabenin bir değirmen olduğu görülür. Tarkovsky, savaşın emek üzerinde
etkisini gösterir. Aynı zamanda da Sovyet rejiminin kurulduğu temellerin savaş
nedeniyle nasıl sarsıldığının bir göstergesidir. İvan’ın daha sonra sular
altında kalmış bir ormanda ilerleyişini görürüz. Bu şüphesiz rüya sekansındaki
ormanı anımsarsak, insanlığın kendi kendini getirdiği noktanın bir vurgusudur.
İvan karargâha ulaştığında
Üsteğmen Galtsev ve diğer askerler tarafından dikkate alınmaz. 12 yaşında basit
bir çocuk olmadığını her fırsatta göstermeye çalışır. Yarbay Gryaznov ve
Yüzbaşı Kholin, İvan’ı sevdikleri halde cepheye göndermekten çekinmemişlerdir.
İvan için bu üç karakterin film boyunca önemi gitgide artar. Yeni tanıştığı
Üsteğmen Galtsev, İvan için bir anne rolü üstlenir. Sürekli Galtsev ile atışan Kholin
ise baba kimliğine bürünmüştür. Bunu tipik bir ast-üst ilişkisi olarak değerlendirebiliriz
lakin film boyunca birçok sahnede bu kimlikler istemli bir şekilde karakterlere
giydirilmiştir. Örneğin; İvan’ı, savaşın ardından kimin evlat edineceğinin
konuşulduğu sahnede ast-üst ilişkisiyle sınırlanamayacak bir gerilim oluşur.
Galtsev, sürekli Kholin’in İvan hakkındaki tutumunu eleştirir. Bu gerilim
Tarkovsky’nin kendi çocukluğuna dair ipuçları barındırır.
Babası Arseny, Andrei daha beş
yaşında iken aileyi terk eder. Ve bu Tarkovsky’nin hayatında bir dönüm
noktasını oluşturur. Tarkovsky’nin babasına karşı duyduğu karmaşık duygular onu
hayatı boyunca takip eder ve sinemasında da bu etki oldukça yoğun bir şekilde
hissedilir. Fakat bazı sinema yazarları bu etkinin sinemasındaki Tanrı arayışının da bir sebebi olduğunu dile getirip Tarkovsky'nin aradığının aslında bir baba figüründen ibaret olduğunu belirtirler. Baba figürünün etkisini yadsımamakla birlikte bu genelleyici yaklaşımın oldukça yetersiz olduğunu belirtmekte fayda var. Babasının terk edişiyle birlikte ise Tarkovsky’nin annesiyle olan bağı
daha da kuvvetlenir. Dünyaya karşı tamamen savunmasızken ona kol kanat geren tek
dayanak noktası annesidir. Anneden kopuşu ile kendini savunmasız ve yalnız
hisseden Tarkovsky, anne bedenine geri dönmek ister. Dünyaya atılmış olmaktan
duyduğu üzüntüyü de sinemasında sıklıkla dile getirir.
Tarkovsky, bu rüya sekansında
daha muğlak bir anlatım yoluna gider. Anne ile özdeştirdiğimiz Galtsev, İvan’ın
uyuyakaldığını görüp onu yatağına yatırır. İvan’ın uykuya dalışı ile birlikte
rüya sahnesine ustaca geçiş yapılır. İvan, annesi ile birlikte kuyunun ağzında
konuşmaktadır. Annesine kuyuya yansıyan yıldız hakkında sorular yöneltir. Yansıma, hakikatin bir görüntüsünden ibarettir. Yine de İvan
onu elde etmeye çalışır ve annesinin ölümüne tanık olur. İvan'ın sürekli rüya görmesinin sebebi ise savaşın atmosferinden bir anlıkta olsa sıyrılmaktır. Fakat ilk rüyada olduğu gibi bu rüyanın da sonu annenin ölümüyle biter. Ana rahmini sembolize eden ve anne bedenine dönüşün bir göstergesi olan kuyu ile İvan, annesiyle olan bağının kopuşunu uyanarak yani gerçeğe dönerek bir kez daha yaşar. Rüyadan
uyanan İvan, Galtsev’e rüyasında sayıklayıp sayıklamadığını sorar. Bu, savaşın,
insanı kendi kimliğinden ne kadar uzaklaştırdığının bir göstergesidir. On iki
yaşındaki bir çocuk bile aciz görünmekten korkmaktadır.
İvan, kendini almaya gelen
Yüzbaşı ile birlikte karargâha döndüğünde, Yarbay tarafından askeri okula
gönderileceğini duyup çılgına döner. Yarbay’la tartışır fakat onu bu karardan
vazgeçiremez. İvan bu duruma sinirlenip karargâhı terk eder. Bu peşi sıra
gördüğümüz sahnelerde en çok dikkati çeken isen Tarkovsky’nin mizansen üzerine
verdiği uğraştır. Odadaki tartışma sahnesinde arka fonda devam eden savaş
hazırlığını görürüz. Aynı şekilde İvan’ın karargâhı terk ettiği sırada da yine
oldukça canlı bir atmosfer vardır.
Filmin en can alıcı noktalarından biri olan, çatısı ve duvarları tamamen yok olmuş evinde beklemekte olan ihtiyarın yer aldığı sahne ile birlikte ülkenin genel bir portresi çizilir. Sadece kapısı ve bacası kalmış olan ev, dönemin Sovyetler Birliği’dir. Savaş, ülkeyi tam anlamıyla bir harabeye çevirmiş ve bir yaşam alanı bırakmamıştır. Hüküm süren sadece delilik ve vahşettir. İhtiyarın yanında bekleyen horoz ise bulunulan mekândan kurtulamayışın bir sembolüdür. Horozun kanatlanıp uçamaması gibi insanoğlu da yaşanılan bu vahşetten kaçıp kurtulamaz.
Yüzbaşı Kholin ile Üsteğmen Galtsev arasındaki ilişki Masha ile daha da gerilir. İkisi de Masha’ya karşı boş değildir. Fakat bu sahnelerde asıl önemli olan Masha’nın yani filmde görülen tek kadın askerin, erkeklerin karşılıklı güçlerini sınadıkları bir ortamda yaşadığı çaresizliktir. Kholin’in kendisine yaklaşmasına izin vermezken, örümcek ağına takıldığını söyler. Ve ardından sadece örümceklerden korktuğunu dile getirir. Bu Kholin’e biçtiği roldür. Bu gerilimli atmosferde bulunan üç karakterin ilişkisini filmin yüzeyde kalan katmanına bakarak irdelemeye kalktığımızda büyük bir bocalama yaşarız. İvan'ın anne ve baba figürünün yerini dolduran, Galtsev ile Kholin'in ilişkisiyle birlikte bu üçgen incelendiğinde ise daha ayakları yere basan bir okuma yapılabilir.
Filmin belki de en önemli kısımlarından biri de bu sahnede gerçekleşir. Yüzbaşı
Kholin, Masha’yı hendekten karşıya geçirirken öper. Biraz zorlama olmakla birlikte alt açıdan
çekilen bu planda oluşan şekli CND’ye (Campaign for Nuclear
Disarmament) yani Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nın sembolüne
benzetebiliriz. Tarkovsky, Sovyet rejiminin sansürüne maruz kalmamak için
nükleer karşıtlığını böylesine kapalı bir şekilde vermiş olabilir.
Filmin çekildiği yıllarda devam eden soğuk savaş, yeni bir dünya savaşının
yaklaştığının habercisiydi. Çekilen birçok Sovyet savaş filminde yer alan kahramanlık hikâyeleri de Tarkovsy’nin hiç hoşuna gitmez. Çünkü savaşın kazananı
yoktur. Kazanıldığı söylenen şeyler ise diğer tarafın kaybettikleriyle yapılan
bir kıyastan ibarettir. Tarkovsky, dünyanın gidişatına karşı duyduğu umutsuz
tutumunu, en azından bu planla birlikte bir çıkış noktası sunarak ifade eder.
Savaşa ve deliliğe karşı tek kurtuluş yolu olarak aşkı yani genel anlamıyla
sevgiyi gösterir.
Mahşerin
Dört Atlısı
İvan, Galtsev’in okuması için
uzattığı kitabı eline aldığında karşısına Albrecht Dürer’in “Mahşerin Dört
Atlısı” tablosu çıkar. Dürer’in bu tablosu İncil’de adı geçen kıyamete yakın
ortaya çıkacağı düşünülen dört atlıyı konu edinir. En sağdaki elinde yay
bulunan atlı, kral İsa temsilidir. Elinde kılıç bulunan savaşı, terazi bulunan ise
açlığı ve kıtlığı temsil eder. Tablonun en solunda bulunan ve İvan’ın özellikle
üstünde durduğu atlı ise ölümdür. İvan, sayfayı değiştirdiğinde resmin üzerine düşen beyaz sayfanın ortasındaki bir kısım kesilmiş gözükür ve bu kısımdan yerde yatan bir insan figürü görünmektedir. Asıl ilginç olan
ise o kısımdayerde cansız yatan kişi İvan’a benzemektedir.
İvan sayfayı çevirdiğinde Dürer
tarafından yapılan bir başka resim çıkar karşısına. Tabloda bir Alman diplomat
olan Ulrich Varnbuler’in portresi vardır. İvan’ın tepkisi ise yine çok sert
olur. Almanların yazarları olmadığını, onların meydanda kitapları yaktıklarını
söyler. Bu İvan’ın ruhsal durumunu anlatan filmdeki en önemli kısımlardan
biridir. Ve bir sonraki sahnenin adeta bir hazırlığıdır.
"Hiçbirimiz 19 yaşından
büyük değil. Bir saat içinde kurşuna dizileceğiz. İntikamımızı alın." yazar
İvan’ın savaş provası yaptığı odada.
Elem Klimov’un Come and See (1985) filmini anımsatır bu duvar yazısı.
Klimov’un başyapıtı ile birlikte İvan’ın Çocukluğu da savaşın çocuklar
üzerindeki etkisini en gerçekçi şekilde yansıtan eserlerin başında gelir. İvan
tarafından gerçekleştirilen bu savaş provasının çekimi de muazzam bir
yönetmenlik başarısıdır. Bu sahnedeki ışık oyunları gerçekten usta işidir. Bu
sahnenin asıl dikkate değer yanı ise Naziler ile özdeştirilen üniformanın
Kholin’e ait oluşudur. İvan’ın Galtsev’den ödünç aldığı bıçak ile birlikte
anlam tümüyle değişir. Bu yüzden İvan yerine rahatlıkla Tarkovsky’i koyma şansı
yakalarız. Bu sahnede Nazi söyleminin altında Tarkovsky’nin babasına duyduğu
karmaşık duygular da gün yüzüne çıkar.
Üçüncü
Rüya Sekansı
Dini anlatıda yer alan cennetten
kovulma hikâyesinde, bilgi ağacından koparılan elma, insanlığın maddi boyuta
geçişinin ifadesidir. Filmde bulunan üçüncü rüya sekansında ise İvan,
karşısında bulunan Havva’yı temsil eden kıza elma uzatır fakat kız sürekli kafasını oynatarak yanlış elmayı uzattığını ima eder. En sonunda İvan doğru elmayı yani
yasak elmayı uzattığında ise kızın ifadesinin üç planda değişimi verilir. Atların arabadan düşen elmaları yemesi de okumaya açık bir kısımdır. At
daha çok özgürlüğün bir ifadesi olarak kullanılır filmlerde. Fakat bu anlatı da
bana kalırsa, savaşın ve gücün bir sembolü olarak kullanılmıştır. İvan’ı
rüyasından uyandırdığında Kholin, onu savaşın göbeğine ve sonuç olarak ölüme
gönderecektir. Bu şekilde bir ilişki kurmaya çalıştığımızda, atların
yüzyıllardır savaşlarda kullanıldığını hesaba katarsak böyle bir okuma doğru
olarak gözükebilir. Fakat yine de bu rüya sekansı oldukça muğlak bir anlatıma
sahiptir.
İvan on iki yaşında olmasına rağmen ülkesinin bekası için elinden geleni yapan biri değildir. Her şeyi elinden alınmış bir çocuktur sadece. Zafer kazanıldığında Galtsev ölenlerin arasında İvan’ın da resmini bulur. Film boyunca tam anlamıyla ne bir savaş sahnesi ne de bir ölüm gösterilir. Fakat anlatı hiçbir şekilde çarpıcılığını yitirmez. Filmin finalinde yer alan ve rüya sahnelerinin bir devamı gibi gözüken sekans ise dünyadan kopuşun bir ifadesidir. İvan’ın kumsalda gördüğü ağaç yaşam ağacıdır. Nitekim İvan’ın denize yani sonsuzluğa doğru koşuşu ile film biter. Son planda İvan’ın elinin ağaca ve güneşe doğru uzanışı, göksel olana doğru bir yükselişi gösterir. İvan’ın Çocukluğu, savaşın istatistiklere sığdırılamayacağını gösteren bir cinayetin portresidir.